yarım kalanların dünyası

benim bu anlattığım hikayeler pek senlik değildir.
biliyorum elbet, fakat yalvarırım
sen yine de beni önemsermişcesine tatlı tatlı konuşmaya devam et.
ben sanki yüzlerce yıldır yaşıyorum, ama nasıl biliyor musun
merak etme hızlıca anlatacağım, sonra da gideceğim, sabret.
kısacası ben; öyle bir yaşıyorum, ama öyle bir yaşıyorum ki 
sanki her nefes aldığım an üçyüzbin farklı şekilde ölüyorum.
sen bilmezsin, anlamazsın benim dilimden biliyorum.
ama üçyüzbin kere ölüyorsam bu ne demek
söyler misin, bana bir cevap verebilir misin
yoksa içinde yok mu hala en ufak bir istek? 
farkındayım ben, anlamazsın sen pek benim dilimden.
yine de bekle lütfen, anlatmalıyım sen ebediyen gitmeden.
üçyüzbin kere ölmek demek: 
öyle yaralar almışım ki, bu yaraları kapatamam demek
resmi olarak ölmeden elbet.
yaralarım kanamaya devam edecek
ve benim yolumun sonu, bir dağın başında.
dağın eteğinde değil doğru duydun, bir dağın başında.
yarım kalmış hikayeler var,
benim rüyalarımdan oluşan bu yolda :
ne mecnun leyla'ya kavuşur benim dünyamda 
ne tomris'e sahip olabilir cemal süreya 
ve de gider aysel, ona "git" dendiği anda.
oysa son sözünü dinlememiştir aysel, ilhan'ın; dinlememiştir.
bütün bunlar olurken benim üçyüzbin yerinden yaralı dünyamda;
ben bilirim, sen oturmuş olan biteni izleyip
yine kendi sesinden dolayı beni dinlememişsindir.
nasıl ki sen olan biteni izleyip, bazı laflar etmişsindir
sonrasında benim de sözlerim yalnızca anlayacak insanların kalplerine işlemiştir.
böylece ben de anlayamayacağım işte senin dilinden, yabancıyım senin dünyana
benim acılarım tutmaz senin acılarını bundan böyle
ben bu zemini bıçaklı yoldan dönemem artık geri, elveda.
bir akciğer bir de karaciğerim varmış benim doğduğumda 
ama hissediyorum galiba, geldiğim anda yolun sonuna
bulacağım ikisini de kapkara...




Comments

Popular posts from this blog

uçurumun kenarında

turgut uyar ve palyaço ile söyleşi

yok